Gündüz Kuşağı Tarifleri

İlk Gün - Nike+ Running – 10K – Run Baby Run

0

Nike+ Running uygulamasını birkaç aydır çıktığım yürüyüşlerde kullanıyordum. Nike’ın Run İstanbul etkinliğinden haberdar olunca aklımda olan ama sallayıp durduğum programı uygulamaya karar verdim.
İlk yüklediğimde uygulamayı kurcalarken 5K Beginner programı başlatmıştım. Ama hiçbir aktiviteyi yapmadım, o kendi kendine arada ekrana bildirimler atarak meseleyi güncel tuttu, sonra sesi kesildi. O zamandan bu zamana pilates, yoga, yürüyüş derken kondüsyonumu arttırdığımı düşünürek, bir de Run İstanbul’un  7 km olduğunu öğrenince, bu sefer 10K Beginner olarak başlattım programı, adını da Run Baby Run koydum :).

İlk hafta ısınma ama birinci gün benim için sağlam bir giriş oldu. İlk günün ödevi: 4,83 kilometreyi tamamlamak, bir dakika yürüyüp bir dakika koşarak, hız önemli değil. Tamamla yeter :).


Tatilimin de ilk günü bugün, sabah denizde yüzdüm, bütün yaz pek yüzmediğim için bugün aslında farkına varmamışım ama yorulmuşum. Dalga, kulaç, palet derken biraz hırpalanmışım ama bunu koşudan dönüp duş aldıktan sonra fark ettim. Plajdan sonra saat altı gibi giyinip çıktım. Koşmaya başlarken ekstra herhangi bir ayar yapmanıza gerek yok, ben şu an tamamlamış olduğum için yukarıdaki resimde görünmüyor ama normalde koşacağınız günün ekranında altta turuncu bir Run barı oluyor. Şöyle :

 Run’a basıp direk koşu ekranına geliyorsunuz. Ben yürürken iPhone’umu cebime koyup yürüyordum, ancak koşudan yürüyüşe (ve de tersine) geçeceğim dakikaların hesabını tutabilmek için bu sefer telefonu olması gerektiği gibi elimde tutarak ilerledim. İnternetteki resimlerde görüyordum elinde iPhone ile koşan insanlar, ben dinleyecekleri şarkıyı ayarladıklarını ya da fotoğraf çekilirken kulaklık+telefon ile şekil olsun diye öyle poz verdiklerini düşünüyordum ama değilmiş. Yürürken güzel sesli arkadaşın anonsları yetiyor ama koşarken özellikle de bu programlardan birini uygularken hızını, kilometreni takip edebilmek için telefonu elinde tutman gerekiyor.

Koşu ekranında hedeflediğiniz uzaklığı otomatik olarak ayarlıyor ama şöyle bir sıkıntı var ki yukarı yuvarlıyor :). 4,83 kilometre 5km oldu mesela. 10K hedef koymuşsun 170 metrenin lafı mı olur demeyin, psikolojik bir sınır var orada. Her şeyin fiyatının bişey,99 olması gibi, mesafem 4 küsür diye düşünürken, 3 kilometreyi de görmüşken konuşan arkadaşın “Two-kilometers-to go” anonsu ile bir anda afalladım. Hani siz hazırlıklı olun diye söylüyorum, motivasyona ihtiyaç varsa her zaman beklentilerini dar olasılıkları geniş tutacaksın.

Psikolojik hazırlıkla ilgili başka ve çok daha önemli bir durum daha var ki, “Ben süper yürüyorum.” diyip kendinize güvenmeyin :). Mesela ben 6km’yi çok zorlanmadan en fazla bir saatte yürüyünce (1kmyi ortalama 9 dakika 45 saniyede yürüyormuşum) aynı hızda da koşabileceğimi düşünerek ilk haftanın gayet rahat geçeceğini ummuştum. Öyle değilmiş işte :). Yürümek ile yürüdüğün hızdan biraz daha yavaş koşmak arasında bile çok çok fark var. Yürümek çok normal bir aktivite ama iş koşmaya gelince kollarını nasıl salladığın önemli, bacakların çok daha farklı çalışıyor, ve benim için en önemlisi olan nefes kontrolü diye bir şey oturuyor gündeme. Yani öyle yürür gibi nefes alarak koşmaya kalkarsam nefes nefese kalıyorum, dalağım şişiyor. Koşarken çoğu zaman yoga/pilateste öğrendiğim gibi kendime “Nefesini tutma.”, “Nefes al, nefes ver.” telkinlerinde bulunmam gerekiyor, öyle iç güdüsel olarak yürümüyor.

Somut örneğimize dönecek olursak, bir dakika yürüdükten sonra bir dakika koştum – ve yürüdüğüm hızda kalmaya özen göstererek gerçekten yavaşça koştum – ve nefes nefese kaldım. 5km’yi çoğunlukla tempolu yürüyerek tamamladım. Oluşturduğum kalıp şu oldu: 1 dakika koş, sonra yürümeye başla, nefesin normal hızda ise 1 dakika; değilse normale dönene kadar yürü, sonra 1 dakika daha koş – böyle devam et.
Burada ilk defa yürüdüğüm/koştuğum için güzergah belirlemek de biraz kafamı meşgul etti açıkçası, “Burada mı gidip gelsem?”, “Yan yola çıksam mı?”, “Orası çok yokuş, buradan geri döneyim.” gibi düşünceler de o anda fark etmesen de hızını düşürmene ve sallanmana neden oluyor.

Yürüyüşten koşuya geçerken peydahlanan bir başka motivasyon emici düşünce ise - hem de en tehlikelisi - : İnsanlar var, koşarken komik mi görünüyorum? Bunu aklına getirme. Hayır komik görünmüyorsun. O insanlar sana “Aaa ne kadar güzel, koşuyor; sağlıklı yaşıyor aferin ya.” diye bakıyor. Dalga bile geçecek olsalar, buna imkan verecek tek şeyin senin özgüvensizliğin olduğunu unutma. Basit bir ilkokul kuralıdır bu, kendine güvenir, yaptığının çok normal ve harika bir şey olduğunu hissettirirsen seninle dalga geçemezler. “Siz niye koşmuyorsunuz ezikler.” dermiş gibi koş, utansınlar. Ben Bodrum - Akyarlar Akçabük’teyim, koştuğum yola sitenin bu kısmındaki tüm devre-mülklerin balkonları bakıyor, saat de ‘plajdan eve dönüp duş sırası/yemek beklerken balkonda oturma’ saati olduğu ve benden başka sadece köpeklerini gezdiren iki kişi olduğu için birkaç izleyicim olduğuna eminim. Evet baştan biraz utandım, balkonlarında oturan insanların önünden geçmek yürüyüş dakikamı uzatmama, koşmamı ertelememe neden oldu. Sonra az önce yazdıklarım ve daha fazlası geçti aklımdan ve takmamaya başladım. Benimle birlikte koşan birkaç kişi daha olsaydı, balkonlarında oturanlar gülünç durumda olacaktı. Aa bir de bu durumu takmamaya başlamama –ki bu çok uzun sürmedi 20 dakika kadar sonra oldu – Yeşilköy sahilde gördüğüm koşan insanları hatırlamam çok yardımcı oldu. Benim yürüdüğümden daha yavaşça - miniş miniş koşuyorlardı ve hiç de komik görünmüyorlardı, hatta “vay be ne güzel” diye düşünmüştüm. Bu işten biraz anlayan “Vay be ne güzel, koşuyor, aferin valla.” diye düşünür, “Ha ha tipe bak, ne yapıyor bu!” diyecek olan salondaki TV’nin karşısından mutfağa gitmeye üşenendir, onun da ne dediği önemli değil, çok takılmayın o yüzden, aklınız ve gözünüz dakikanızda olsun :). Mesela ben son düzlüğe eriştiğimde – 5km’ye çok yaklaşmışken ve o dakikanın son koşu dakikam olduğunu anladığımda – geçtiğim yola bakan balkonlarda insanların oturduğunu fark edince, bir depara kalktım ki fiiuuyt ortalama hızımı en az 45sn düşürmüştür. Hatta eve döndüğümde bu son metrelerdeki performasıma –yine balkonda otururken- şahit olan babam “İyi koştun.” dedi.

Böylece kah hangi yoldan gideceğimi, kah kaç km kaldığını, kah kimlerin baktığını, kah da hayatıma dair acayip şeyleri düşünerek 5,09 km’yi geride bıraktım.



5km’de sesi tatlı arkadaşım “goal”uma ulaştığımı söyleyince, hemen durdurdum, koşarken “Şu merdivenlerde fotograf çekip instagrama koyarım.” diye düşündüğüm merdivenlere oturup aşağıdaki fotoğrafı çektim ve Nike+ Running’in share opsiyonuna ekleyerek Instagram, Facebook, Twitter sosyal medya ne verdiyse hepsinde paylaştım.


Fotoğrafta görünen ayakkabılar Nike Lunar Glide 6 mavi-fuşya-turuncu renkte olanı. Nike Beyoğlu mağazasının instagram hesabında görüp aşık olmuştum ama ucuzluğu nedeniyle Zizigo.com’dan aldım (bu hikayenin de postu var, diğer blogta: http://bugunkuindirimler.blogspot.com.tr/2014/08/nike-lunarglide-6-beyaz.html) Yürüyüş yaparken Nike Air Max’lerimi ya da emektar Puma’larımı giyiyordum, ama bu ayakkabıları giydiğimde kendimi başka bir dünyada hissettim. Nike mağazalarında ayakkabıları dizdikleri raflarda yazan Running ibaresinin önemini artık daya iyi anlıyorum. Çok çok rahat – ki benim ayaklarım parmaklarımın fazla uzun olması nedeniyle çok sorunludur - , yürürken ve koşarken sanki uçuyorum. Dragonball’daki Goku gibi, eğitimi boyunca hocası sırtına kaplumbağa kabuğu gibi bir ağırlık bağlıyordu, o kadar ağırdı ki sonunda çıkardığında çocuğum aynı şekilde zıplayınca kabuksuzken uçmaya başlıyordu (yüzerken paletleri çıkardığın ilk birkaç dakika var ya onun gibi işte). İşte Lunar Glide 6 öncesi = benim kabuklu halim. Ama siz sakın ‘Ayakkabım yok, alınca başlarım.’ tuşuna basıp egzersizlere başlamayı ertelemeyin. Kabuklu-kabuksuz ayrımı da güzel, elinizdeki malzemelerle başlayın; gerisi de gelir eğer istediğiniz oysa Lunar Glide 6 de gelir.

Asıl hadiseye dönecek olursak fotoğrafta da belirtildiği gibi akşam yedi çeyrek civarı eve döndüm. Annem “Hadi yıkan hemen terini soğutma, yemek pişmek üzere.”, babam da “Gördüm ben seni, iyi koştun.” nidalarıyla karşıladı beni. 6K yürüyüşlerime kıyasla daha yorgun ya da daha sancılı değildim, gayet normal hatta enerjik hissediyordum ki birkaç saat sonra durum açıklığa kavuştu. Duş aldım, yemek yedim (tavuk-patates – o kadar koştum kaslarıma protein bana da karbonhidrat gerek- ), yemek sonrası sofra muhabbetinde kollarımın ve bacaklarımın ağrısı kendini hissettirmeye başladı. Kollarım değil de daha çok omuzlarım ağrıyordu ve bunu sabahki yüzme seanslarıma bağlıyorum. Bacaklarımda da hafif bir sancı vardı, fazla yürüdüğüm veya rutinimden biraz daha farklı bir egzersiz yaptığımda olur, bacaklarımı toplamazsam öleceğim hastalığına yakalanmış gibi hissederim, nitekim bacaklarımı topladım ve geçti ama omuzlarımdaki kasılma geçmedi.

Sonunda biraz yorgun ama çok mutlu ve oldukça rahat yattım ve mışıl mışıl uyudum. İlk günü layıkıyla tamamlamış olmanın huzurunu gördüğüm tüm rüyalarda hissettim :).

0 yorum :

Yorum Gönder